Cuma, Haziran 03, 2011

Gün içinden 1 - Almanya

* İnsanlar neden lastik tuvalet terlikleriyle dışarılarda dolaşır merak ediyorum. O terlikleri kullanabilecekleri tür bir tuvaletleri olmadığından mıdır üzülüyorlar mıdır?

* Ecnebi memleketinde bir müslümana laf "Allah Allaaahh!" nidalariyla atılırmış. Karı kız uğruna imana gelecekler haberleri yok.

* Türkiye'de ucuz korku filmlerinin uğrak mekanı olan mezarlıklar burada çocuklara oyun bahçesi tadında. Sorumluluk yağmayan yağmura kakalanabilse de insan imrenmeden geçemiyor.

* İnsanın havsalası, şehir ortası rastgelinen herhangi bir çimenlikte bikinili ya da anadan üryan insanları görmeyi pek almıyor. En son sığınağım: "Güneşleri yok tabii garibanların." bahanesiydi. Ta ki Kanada'yla bir kıyasa kadar... Kanada insanı böylesi aşmış coşmuş değil. Soğuktan bile sayılmaz bunlarinkisi yahu.
Bir ikincisi: Yeşili kıt yurdumun güzide insanları dört yol kavşaklarını mangallık beller, belki anlayabilirim de; dört bir yani yüzülebilen göllerle kaplı, yemyeşil bir ülkenin güzide insanları neden gider asfalt manzaralı kupkuru çimen üzerinde yüzme kıyafetleriyle serilirler bunu anlayamayacağım.

* İspanyol paça pantolon giymiş Çinli bir adamı ağaçların arasında zikzaklar yaparak bisiklet sürer görünce bir kez daha anladım: Kozmopolit Amerika'nın yetmişler modası bu aralar Almanya'da çok görkemli bir diriliş yaşıyor.

Abilerin güneşte kararıp güneş gözlüğü rolü yapan numaralı gözlüklerinden baska ömrümden ömür çalan bir gözlük varsa o da güneşlikleri şapka tentesi gibi gözlüğün üzerine açılmış aç kapa usullü numaralı gözlüklerdir. burası Avrupa değil mi, hani estetikten dem vuruluyordu? Gerçi doğru, söz konusu vatan Almanya; burada 'kullanış'ın sazı öter..

Bitli Lahana

Perşembe, Haziran 02, 2011

Susmalı mı ki?

Hayatımda beni mutlu eden bir şey olduğunda insanlara anlatamıyorum; çünkü ya hava atmak olarak algıda şekil buluyor ya da görgüsüzlük.

Hayatımda beni üzen bir şey olduğunda da insanlarla konuşamıyorum; çünkü ya dert küpü safinaz olarak idrak ediliyor ya da tuzu kuru muhattap alışılageldik replikleri tekrar ederken bir yandan da içten içe muhattap kendisi olduğu için seviniyor.

Benim bildigim en son mutluluklar paylasildikca artar üzüntüler de paylasildikca azalirdi. Bir yerde bir yanlışlık var ama çözemedim...

Bitli Lahana

Mavi

Bir bardak; mavi camdan,
Okyanus derinliğinde tabanı.
O eski boncukların heyecanı...
Sarı, pembe, yeşil de olsa en sevdiğimdi mavisi
Sonsuzluk demekti, özgürlük demek.
Yaklaştırdığımda gözbebeklerime
Girerdim içine; masmavi bir dünya!
Kahramanı ben, roller paylaşılmış.
Uçardım üstlerinden her yer mavi,
Elma, paylaço, kelebek mavi...
Apartmanlar sokaklar yoktu orada,
Köşe başında ağlayanlar, pencereden atlayanlar...
Ne gezer tertemiz dünyamda!
Mavi; pâk olmaktır, neşedir, asalettir, huzurdur...
Dokunsalardı karşılarında beliren mavi camdan kapıya,
Korkmasalardı parmak uçlarında oluşan halkalardan,
Soksalardı başlarını şakır şakır yağan mavi yağmuruma, 
Savursalardı kahkahalarını mavi göklerime,
Bu kadar kural olmasaydı hayatlarında;
Görürlerdi, inanır severlerdi...
Şimdi her şey onların istediği gibi.
Bitti; aynı boşalan mavi camdan bardağım gibi.
Geriye kalan turuncu güneş parçacıkları.
Şimdikiler ona meyve suyu kalıntısı diyor
Ve o kiri(!) temizlemeye uğraşıyor... 

Bitli Lahana

Yaşamak?

Kaç türlü yaşar insan? Birbiriyle alakasız iki kisinin ağzından çıkan aynı kelimeler ne kadar faklı anlamlar ifade edebilir? Mekan mı önemlidir sonra, içi boş insanlarla boşalmış; yoksa kirli bir griyi libas bellemiş taş yığınların sidik kokmuş sokaklarında, beyaz leke insan mı?

Sofrada ekmeğimizi sen bölsen yeter* felsefesine kanmışızdır. 'insan'dır denizdeki yılan. Halbuki, pek matah gerçekçilik iddiasında yapış yapış romantizme boğulmuşuzdur. Lanet mekanların canlarını cehenneme yollarız. Ya da bireyselliğin dibine batmış insanlardan da sahteliklerinden de bıkmışızdır. Realizm sandığımız kokuşmuşluğun doruklarında, sembollerle yamalı duygulardan, coşkulardan birer ifritmiş gibi kaçarız. Uzanmış Tuba dallarıymışçasına 'mekan'lara sarılırız. Hangisi yarar işimize?

Üç öğün beş öğün acıkır da kalbimiz tıka basa mide dolusu yemekler sunarız. İbrahim'den öğrenmedik mi yemek yemediğini? Hala aç ayı, oynamaz.

Doyduğumuzu sandığımız kadar güler gözlerimiz. Tokluğa inancımız kadar ağlar. O zaman kaç türlü yaşar insan? "yaşıyoruz iste..." dercesine mi, "Yaşıyorum!" dercesine mi?

Bitli Lahana

*Yavuz Bülent Bakiler